İslamiyet Sonrası

İslamiyet Sonrası:Türkler Müslüman olduktan sonra eski geleneklerinden bir çoğunu devam ettirmekle birlikte artık yeni bir hayata geçmiş bulunuyorlardı. Bu yeniliğin başlıca iki kaynağı vardı. Birincisi yeni bir inanç sistemini benimsemişlerdi. Bu inanç sistemi insanın sadece Tanrı ile aynı zamanda diğer insanlarla olan münasebetini de düzenliyordu. İkincisi Türkler Müslüman olarak yeni bir medeniyet dairesi içine girmişler ve bu daireye dahil olan başka bir takım milletlerle kültür ve medeniyet alışverişi yapmaya başlamışardı.(8) Türkler İslamiyet’i kabul ettikleri yüzyılda bu uygarlık en parlak çağını yaşıyordu. Batı uygarlığı ile aynı seviyede idi. Her iki uygarlık kültür alışverişi sureti ile birbirlerini etkiliyorlardı. Ancak yüzyıllar ilerledikçe İslam uygarlığının gerilemesine karşılık Batı uygarlığı ilerlemeye başladı. Avrupa’da ortaçağ sonlarında bilim ve felsefe ile din bağdaşabiliyordu. Bunun sonucunda birçok bilim adamı yetiştirmiştir. Asıl uzlaşmanın din ile felsefe arasında olması gerekiyordu. Avrupa uygarlığı bu atılımı yapmayı başardı. İslam uygarlığını geride bıraktı.(9)

(4) Reşat Genç ; Kaşgarlı Mahmud ’a göre XI. yy’da Türk Dünyası, S.125
(5) a.g.e ; S.119
(6) a.g.e ; S.175
(7) İbrahim Agah Çubukçu ; Türk İslam Kültürü Üzerine Araştırmalar ve Görüşleri S.135
(8) Güngör, a.g.e ; S.159
(9) Aydın Taneri ; Türk Devlet Geleneği ; S.217

Türk devletinde bilime karşı olumsuz bir tavır takınılmıyordu. Bilim adamları bilimsel çalışmalara teşvik ediliyordu, medreseler açılıyordu, iki medeniyet arasında metod farkı vardı. Bu fark Doğunun aleyhine işliyordu. İslam dünyasında akli bilimler ve nakli bilimler hesabı yapılmıştır. Müslüman Türk siyasi kuruluşları artık sosyal durum iktisadi hayatı, askeri ve idari yönlerde olduğu gibi dil, edebiyat, sanat itibariyle de yeni kültür şartlarının gereklerine uymuşlar, farklı bir kültürün kadim Türk kültürüne aşılanması ile farklı bir hüviyete bürünmeye başlamışlardır.(10)

Terkibin bir kanadını teşkil eden Türk kültürü bütün zindeliği ile devam ediyordu. Hükümdarlık anlayış, devletin askeri karakteri, din hayatında tolerans, düşünce sistemindeki ayrılık, toprak sisteminin değişik oluşu, bazı sosyal haklar bunlardan bazılarıdır. Türkler İslamiyet’ den sonra, sanat dünyasına bazı yenilikler getirmişlerdir. Bu yeniliklerin başlıcaları medrese mimarisi, camii mimarisi, minare mimarisi, çinicilik bunların başlıcalarıdır. Türk minyatür sanatı ve yazı sanatı İslamiyet’ den sonra daha da gelişmiştir. Halı ve Kilim motifleri, yüzlerce yıldan beri devam etmektedir. Türk kültüründe aynı zamanda derin bir mizah anlayışı vardır. Türk kültürü mizah yönü güçlü bir kültürdür.

Türkiye’de halen askere gidenler törenle gönderilmektedir. Bu durum asker millet olma geleneğinin devam ettiğini gösterir. Kültürümüzde yer alan yiğit; delikanlı, mert, cesur, mazlumun yanında, zalimin karşısında olan kişidir. Bunun adı Erzurum’da dadaş, Elazığ’da gakkoş, Ege’de efe’dir. Geçmişten beri bu böyle devam edip gelmektedir.(11) İslam kültürü çevresinde Türkler daha ziyade şii eğilimli İranlılarla kurmalarına rağmen büyük çoğunlukla suni idiler. İran-i geleneklerle ilgisi az olan sunilik aynı zamanda Türk düşüncesine uygun düşmektedir. İslam felsefesinin, biri eski yunan felsefesine, diğeri sufiliğe dayalı olarak iki yanlı bir gelişme takip ettiği ve her iki cephesinde de Türk düşüncesi ile ilgili bulunduğu görülmektedir. Sufiliğin asıl belirli görüşler etrafında merkezleşerek teşkilatlanması daha ziyade dini ve fikri tolerans çağı olan Türk,İslam idaresi devrinde vuku bulmuştur.(12)

Kültür tarihimize baktığımız zaman öykü, roman, şiir, resim ve mimari üzerinde çok durulduğu halde Türk felsefesi hakkında çok bilgi verilmediği görülür. İslam felsefesini geniş ölçüde Araplara ve İranlılara mal etmektedirler. Oysa ki Türk ulusunun İslam felsefesine hizmeti onlardan daha çoktur. Birun-i, Farab-i, İbn-i Sina, Maturid-i, Ahmet Yesevi, Mevlana gibi büyük düşünürlerin Türk felsefesini dile getirdikleri bir gerçektir. Türklerin İslamdan öncede inançları ve felsefeleri vardı. Anadolu’da 13. yy’ da putperest Moğolların etkisi yanında Hristiyanlar da vardı. Çeşitli İslam mezhep ve tarikatları da faaliyet halinde idi. Böyle bir ortamda Ahi Evram Türkleri sanat ve meslek açısından örgütlendi. Hacı Bektaşi veli insan sevgisi, hoş görü ve Türk törelerine dayalı bir öğretinin temelini attı. Mevlana dünyanın bir düş gibi olduğunu, varlığın Tanrı’nın gölgesi sayılacağını anlattı. İnsanı Tanrı’nın sevgisine yaraşır hayvandan farklı özünü varlığından ayıran onurlu bir varlık olarak tanıdı. Ölümü yeni bir hayatın başlangıcı ve dünya köprüsünden geçiş olarak nitelendirdi. Bütün bu düşünürler görüşleriyle çeşitli topluluklar ve inançlar arasında yakınlaşmayı sağladılar. Varlık anlayışında insanın değerinde, ahlaki ilkelerde Türk felsefesini İslami kavramlarla anlattılar. Bütün bunları yazarken zorlama değil tatlı sözler kullanmayı bildiler.(13)

(10) Kafesoğlu ; Türk İslam Sentezi, S.167
(11) Abdullah Dikici ; “Geleneklerin Toplum’daki Yeri ve Önemi”, Fırat Üni. Sos. Bil. Dergisi, C.11, S.257
(12) Kafesoğlu ; Türk Milli Kültürü, S.385
(13) Çubulçu ; a.g.e., S.197
Türkler kendi kültürlerinden aldıkları dinamizm ile tasavvufun etkisiyle Anadolu’da hizmet etmişlerdir. Bir çok yerlerin fütuhatına tasavvufçular yardım etmişlerdir. Türk felsefesi gelişimini 1547 yılına kadar sürdürdü. Bu tarihten sonra felsefenin karı görüşler nedeni ile medreselerden yasaklandığını, müspet bilimlere en az derecede önem verilmeye başlandığını görüyoruz. Medreselerde ders okutan müderrisler ve din adamları bilim dallarına ve felsefeye karşı taasup içindeydiler Halbuki bu sınıfın bilimsel bilgiler ve felsefi düşüncüler için hazırlıklı olması ve toplumun kültürel önderliğini üzerine alması gerekmektedir.(14)

Dünyada Türkler kadar eski bir tarihe sahip olan pek az millet gösterilebilir. Bu kada uzun xxxx olan bir millet hâlâ yaşadığına ve yakın zamana kadar dünyanın en büyük imparatorluğunu yaşattığına göre her şeyden önce eşi az görülür bir hayat gücüne sahipti. Yüzlerce yıl içinde teşekkül etmiş Türk kültürü bu milleti başkalarına hakim kılacak kadar idi. Batı ile bizim kadar uzun ve çetin mücadelelere girdiği halde bizim kadar mukavemet etmiş olan başka bir millet gösterilemez. Bu direnmenin sebebini Türk milletinin intibak kabiliyetindeki eksiklik yerine Türk kültürünün çok sağlam ve köklü oluşu hatta beşeri ve ahlaki kıymetler bakımından batı medeniyetine üstünde oluşu ile izah etmek mümkündür.(15)

Dünyada yazılmış bütün seyahatnamelerde bütün milletlerin karakterleri hakkında yazılanlar gözden geçirildiğinde Osmanlı Türk’ü kadar övülmüş bir millet göremiyoruz. Bu övgüye katılmayan tek millet Osmanlı Türk’ünün kendisidir. Kimse tarafından beğenilmeye ihtiyacı yoktu, çünkü kendisini Tanrı’nın kullarına hizmet etmek için ve Tanrı’nın adını yüceltmek için kurulmuş bir devlet temsilcisi olarak görüyordu. Onun hizmetinin mükafatı ve takdiri ancak insanların hakiki sahibinde gelebilirdi. Halk hükümdarına “mağrur olma padişahım, senden büyük Allah var” diyor, insanlar devlet için yaşıyor, devlet için ölüyorlardı. Çünkü devlet onların inandıkları kültür kıymetlerini korumakla görevli idi. Bizde Kültür medeniyet münakaşalarının başlamasını imparatorluğun batılı devletler tarafından yıkılması olarak kabul edebiliriz. Bu yenilgi ve yıkılma hâlâ devam ettiği için elli önceki münakaşa konuları hâlâ hararetle devam etmektedir.

Bugün Batılılaşma ve Batı medeniyeti dairesine girme problemi Avrupa, kuzey Amerika, Japonya dışına komünist ilkelerde dahil olmak üzere bütün devletlerin ortak problemidir.

Merhum Peyami Safa gençliğinde kendisinin de dahil bulunduğu xxxxxx xxx programı şöyle idi; ek kadınla evlenmeli, fes’i kaldırmalı, devlet hizmetinde bulunan herkese yerli malı giydirmek kadınların kıyafetlerini serbest bırakmak ….. işte Avrupaxxx ööre bütün bunları yaptığımız takdirde hem kalkınacak hemde Avrupa’nın düşmanlığından kurtulacaktık. İkinci dünya savaşının ardından, Amerika popüler kültürünün ihracının yoğunlaşması, Amerika’nın ekonomik yayılma politikasının vazgeçilmez bir öğesiydi. Amerika, xxx ekonomisine güç koymak amacı ile dünyanın pek çok yerinde popüler kültürünün egemen olmasını sağladı. Avrupa kıtasında ve hatta Avustralya da sinsice ilerlemiş.Amerikanlaşma eğilimleri, Türkiye’de de göze çarpıyor.

Amerikanlaşma süreci, Türk kültürünün kimliğinin top yekün yitirilmesi veya milli kimlik kavramının kaybolması olarak algılanmamalıdır. Bunun yerine daha genç nesillerin, geleneksel Türk kültürünü devam ettirmesine engel olacak bir etken olarak görülmelidir. Bu günün Türkiye’sinde, Amerika popüler kültürü farkına varılmasa da doğal bir şekilde yaşanış tüketiliyor. Türk kültürü üzerinde aşındırıcı bir etki oluşturacak kadar yayılmasına uygun bir ortam yaratılmasında ana rollerin birini medya oynadı. Sahte veya idealize edilmiş, varlıklı bir toplum imgesinin yansıtıldığı Amerika filmleri, görüntü yaratmaya yönelik pembe diziler ve Amerikan değerlerinin reklamını yapan eğlence programları artık her Türk evine girdi.

Türk yemek ve yiyecek alışkanlıkları ve modern küresel kültürel başlıca öğelerinin rekabetine teslim oldu. Sonuçta dünyanın en zengin mutfaklarında birinin geleneksel yemeklerine ilgi göstermeyen, hamburger ve kola düşkünü nesil yetişiyor. İtinayla hazırlanan küçücük fincanlarla sunulan Türk kahvesi, bugün sadece turistlerin tükettiği ilginç ve nadir bir içecek olarak görülmeye başlandı. Eskiden, Kurban ve Ramazan bayramları öncesinde, yeni giysi ve ayakkabı satın almak önemli bir adetti. Ancak bugün, ucuzluk sezonunda büyük alışveriş komplekslerinden giyim satın almak bir tüketim alışkanlığı haline geldi. Dini bayramların geleneksel anlamları da kayboldu. Eskiden erdem sayılan tutumluluk ve yerine hızla kendini tatmin etmeye dayalı bir kültür yerleşiyor.

Amerika popüler kültürünün Türkiye de yaygınlaşması tatil köyleri, yazlık devre mülkler, lüks oteller ve spor kulüpleri sayesinde daha da kolaylaştı. Bunların ortaya çıkmasıyla geleneksel mimari çizgiler terk edilmekle kalmadı, insanların boş zaman etkinlikleri de değişti. Türkiye, bir yandan küreselleşme sürecine ayak uydurma, bir yandan da milli kültürün erezyona uğramasını engelleme çabasında doğan ikilemle, nacak kendi popüler kültürüne sahip çıkarak ve bunu sözel tarihiyle birlikte yeni nesillere benimseterek başa çıkabilir. (Doğu-Batı S.51)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.